Günümüz televizyonları ve televizyon yayınları, “teknolojik bir mucizeden” daha hafif bir tanımlama ile açıklanamaz. Bilim insanları bir asırdan fazla bir süre önce televizyon kavramını denemeye başladılar. Ancak, Amerika Radyo Şirketi 1939 Dünya Fuarı’nda televizyonu halka getirene kadar onlarca yıl geçecekti. TV setlerinin mağazalara ulaşması için daha da fazla zaman geçti ve sonrasında bile, çoğu insanın bir televizyona sahip olması zaman aldı. 1950’de Amerikalıların sadece %10’undan daha azı televizyona sahipti. 1959’da bu oran %85’e yükseldi.
Erken TV programları siyah beyazdı. Renkli yayın 1960’ların ortalarına kadar geniş kullanıma geçemedi.
Türkiye’de televizyon yayınları
İzleyicilerin çok fazla seçeneği de bulunmuyordu. Aralarından seçim yapabileceğiniz yüzlerce kanal yerine, çoğu şehirde en fazla üç veya dört seçenek vardı. Ülkemizde ise ilk yayın İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından 1952 yılında gerçekleştirilirken, 1964 tarihli TRT Yasası ile sadece TRT’nin yayın yapmasına izin veriliyordu ve İTÜ TV vericilerini TRT’ye devretti. Kanal seçeneği ise uzun bir süre boyunca sadece TRT iken 1986 yılında TRT 2 açıldı. 1990 yılında Star 1 adı ile Star TV ilk özel TV kanalı seçeneği oldu.
Dünya genelinde televizyonun erken yıllarında DVR imkanı da yoktu. Programlar belirli bir günde belirli bir saatte yayınlanıyordu ve eğer kaçırdıysanız, bir daha yayınlanana kadar tekrar izleme ihtimaliniz bulunmuyordu.
Bu teknoloji alanının geçirdiği değişimler oldukça etkileyici olsa da, ister 5 inçlik bir ekrana sahip erken bir televizyon, isterse pratik olarak duvarı kaplayan günümüzün akıllı TV’lerinden biri olsun, TV setinizin hala üç temel işlevi var:
- Ses ve video verileri almak.
- bu verileri izleyiciye ses ve görüntü sunmak için kullanmak.
- İzleyiciye kanalı ve sesi ayarlamanın bir yolunu sağlamak.
Televizyonlar nasıl çalışıyor?
İlk TV’ler “analog sinyaller” kullanımı ile çalışıyordu. Bunlar, temel olarak bir televizyon programının hem görüntüsünü hem de sesini içeren radyo dalgaları olarak açıklanabilir.
Bu sistemde, dev bir iletim kulesi kullanarak, yerel televizyon istasyonu bu radyo dalgalarını yayın günü boyunca havaya gönderiyor. Binaların ve evlerin çatılarındaki antenler bu dalgaları yakalıyor ve bir kablo aracılığıyla sinyali içerideki televizyon setlerine taşıyor. TV’ye ulaştıktan sonra bu sinyaller çözülüyor ve sesli bir görüntüye dönüştürülüyor. Gördüğünüz ve duyduğunuz şey bugünün TV’leri kadar keskin değildi, ama neredeyse inanılmaz bir başarıydı.
Daha sonra, uydularla (ve bize pek uğramasa da dijital karasal yayınlarla) birlikte dijital sinyallere geçildi. Dijital sinyaller hala radyo dalgaları kullanılarak iletiliyor, ancak TV görüntüsü ikili kodlamaya, yani bir dizi 0 ve 1’lere sahip.
Modern dijital TV farklı bilgi akışları kullanır. Örneğin, bir akış görüntü içindir ve başka bir akış ses içindir.
Görüntüler piksel adı verilen temel birimler tarafından oluşturulur. TV ekranınızda on binlerce piksel bulunur ve her birinin bir “renk dizini” ve “yoğunluğu” vardır. Temel olarak, üç renk – kırmızı, mavi ve yeşil – çeşitli kombinasyonlarda diğer renkleri oluşturur ve tüm pikseller bir araya gelerek görüntüyü oluşturur. İstediğiniz herhangi bir renge ulaşmak için boya karıştırmak gibi, renk piksellerinin her birinin miktarını ve yoğunluğunu değiştirerek istenen görüntü elde edilebilir…